Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

Türkiye’nin 21. yüzyıl girişimcilik gündemine ihtiyacı…

Posted on 0

Türkiye’nin yeni bir girişimcilik gündemine ihtiyacı var. Bu gündem ile ülkemizi 21. yüzyıla yerleştirmemiz gerekiyor. Sanırım hepimizin mutabık olduğu konu girişimciliğin ülkemize istihdam, teknoloji ve vergi kazandırdığı. Eğitimin yanı sıra girişimcilik Türkiye’nin kalkınması için elimizdeki en değerli kozlardan bir tanesi. 

Girişimciliğin önündeki engellerden başlayalım. 

Öncelikle finansmana erişim. Türkiye’nin verilerine bir bakalım: 2020 senesinde tüm VC’lerin ve melek yatırımcıların Türkiye’deki toplam yatırımı 139 milyon dolar olmuş[1]. Bu son 10 senenin en yüksek yatırım meblağsı. Örneğin 2019’da 106 milyon dolar yatırım yapılmış ama 139 milyon dolar ile Avrupa’da ancak 18. sırada yer alıyoruz. Estonya’nın bile 306 milyon dolar yatırımla önümüzde yer aldığını düşünürsek, bu konu sadece nüfus veya ekonomik güçle alakalı değil. Aynı zamanda girişimciler için iyi bir ortam yaratılarak yatırım boyutunu başka bir seviyeye çekebileceğimizin göstergesi. Yatırımların yanı sıra 2020’de VC şirketlerinin para toplama seviyelerinin de yeni bir rekor düzeye ulaştığını görüyoruz: 307 milyon dolar ile yine son on senenin en yüksek VC fonlaması gerçekleşmiş. Bunun dışında Türkiye’de tahminen 400-500 melek yatırımcının olduğunu biliyoruz ama muhtemelen 20-30 kadar melek yatırımcı toplam melek yatırımların büyük bir bölümünü üstleniyor. Durum kabaca bundan ibaret – son senelere göre güzel bir büyüme var (hem yatırım hem fundraising anlamında) ama Avrupa listelerinde ancak 18. olabiliyoruz. 

Girişimciliğin büyümesini istediğimiz bir Türkiye’de hedeflerimiz çok daha yüksek olmalı. Senelik yatırım hacmi 139 milyon dolar değil, en azından 700 milyon dolar olmalı (ki bu bizi anca bir İspanya düzeyine getiriyor) ve VC’ler için toplanan (yıllık) para 1 milyar dolar düzeyine yaklaşmalı. Yatırım alternatifleri yaratmalıyız. Örneğin, Türkiye’de tohum aşamasına yatırım yapan kurumsal yatırımcılar yok denilecek kadar az (erken aşama derken yatırım meblağsını 2.5 M TL ve altı olarak tanımlayalım). Kurumsal etki yatırım fonları yok denilecek kadar az. Ne kadar çok Türk girişimine ilk adımlarında can suyu vererek hayata geçirirsek, ileriki aşamalarda gurur duyacağımız o kadar çok yeni unicornlar çıkacak. 

İkinci engel yazılımcılarımız. Yanlış anlamayın, yazılımcılarımızın yetenekleri mevzu bahis değil; sayıları bizim gibi bir ülke için çok az: 2018 senesinde Türkiye’de 143 bin yazılımcı çalışıyordu (örneğin aynı nüfus büyüklüğüne sahip olan Almanya’da aynı dönem bu sayı 851 bin). Üniversitelerimiz her sene bilişim teknolojilerinden takriben 9 bin kişi mezun ediyorlar. Yazılımcı anlamında göç alan değil, göç veren bir ülkeyiz (her sene 1.500 kadar yazılımcımızın yurt dışında çalışmayı tercih ettiği tahmin ediliyor). 

Yazılımcının olmadığı yerde, teknoloji girişimciliği olmaz. Teknoloji girişimciliğinin olmadığı yerden gençlerimizin örnek alacağı, rol modeli kabul edeceği unicorn’lar çıkmaz ve sürekli göç veren bir ülke oluruz. Bunun yanı sıra üniversitelerin dışında yazılımcı eğitimlerini akademiler tasarlayarak geliştirmemiz lazım. STK’lar, özel sektör ve üniversitelerin iş birliği halinde olması gerekiyor. Herkesin “Bilgisayar Mühendisi” olması gerekmiyor – bize gereken “Android Yazılımcısı”, AI Uzmanı” gibi çok sayıda profiller var. Kritik bir nokta ise yazılımcılarımızın İngilizce seviyesi – bana göre düşük bir seviyede ve bu yönümüzü de geliştirmemiz gerekiyor. 

Üçüncü konu ise girişimcilik merkezi yaratmamız. Elimizde İstanbul gibi bir değer var. Zaten yukarıdaki yatırımların da yazılımcıların da ağırlığı İstanbul’da. Nasıl Berlin, Tel Aviv veya Silikon Vadisi ikonik girişimci lokasyonlarıysa, İstanbul’u da bu konuma getirmemiz lazım. Sekiz ila on sene önce Fransa’da olanları hatırlayalım. Vergi yasalarının değişmesiyle, girişimciler ülkeyi terk etme raddesine gelmişlerdi. Hele söz konusu yabancı bir girişimciyse, bu insanlar Fransa’da bir girişimi başlatmak bile istemiyordu. Sonra Fransa kendine geldi ve bürokratik engelleri yeniden kaldırmaya başladılar. Bunu yaparken ellerindeki Paris’in değerini de anımsadılar. Bir girişimcinin öncülüğünde, Station F açıldı. Evet, Fransa’nın elinde bir Paris vardı ama bu şehrin sembolik anlamda bir girişimcilik ve teknoloji merkezine dönüşmesine ihtiyaç vardı. Aynı şekilde İstanbul’un da var. Sadece bir merkez deyip geçmeyelim; bir buluşma noktası, bir ilham merkezi diyelim. İstanbul’un en merkezi, en heyecan verici yerlerinden birinde olmak zorunda. Hem bizlerin bu ülkede var olmasından gurur duymamızı hem de yurtdışındaki, özellikle etrafımızdaki ülkelerden gereken yetenekleri çekmemizi sağlayacak sembolik bir merkez açmamız gerekiyor.

Özet olarak, girişimcilik ekosistemimizin Avrupa’nın en değerlileri arasına girmesi için üç tane ana alan var: Birincisi finansman gücümüzü kuvvetlendirmek, ikincisi yazılımcı sayımızı arttırmak ve üçüncüsü İstanbul’u bir girişimcilik cazibe merkezi haline getirmek. 

Bunun dışında geriye istenilse çok çabuk çözülecek konularımız kalıyor: Türkiye’nin internet altyapısının hızlanması, yeşil dönüşümün önemini fark etmemiz (ki yukarıda bahsettiğim etki yatırımlarıyla da çok alakalı bir konu), dijital ticaret bölgeleri konusuna eğilmemiz, blockchain ile ilgili bir cazibe merkezi yaratmamız, NFT dahil kripto paralar ile ilgili mevzuatların çıkması ve daha nicesi. 

Eski Roma güneş saatlerinde “Serius est quam cogitas” yazarmış. Anlamı Vakit, sandığından da geç. Aynısı girişimciliğin 21. Yüzyıl ajandası için geçerli.


[1] Yatırım verileri startups watch “2020 year in review” raporundan alınmıştır